Zülfikar Giriş Şiirleri

Arama sonuçları

28 Şubat 2016 Pazar

Yok oluş
















Akşam gibi geliyorum şimdi sana
Geçtiğim her sokakta gündüzü idam ederek
Sana geliyorum sevgili
Yürüdüğün nefes aldığın havayı görmek adına geliyorum
Toprağın her kucağında sen toplamak istiyorum
Bir zamanlar her köşesine sen ekildiğini umarak
Yaşamak adına yaşatmak adına kırıyorum bütün zincirlerimi
sana hapsolmanın farkındalığına inerek
Her koca şehrin göbeğinde kaybolurken bedenim...
Soğuk mermer taşlarıydı şimdi sende gün gibi bildiğim
Çığlıklar yırtıyor şimdi şehri sanki hayalin gibi
sana inat soğuk geceye inat ben yaşıyorum sevgili
Tıpkı gözlerinmişim gibi..
Zülfikar Giriş

27 Şubat 2016 Cumartesi

Selam Olsun
















Gayri buralardan gider olduk
Dünya toz toprak geçer olduk
Ölümle alay eder olduk
soran dostlara selam olsun
Hüznün sisli yollarından
Karanlıkları yaran ışık gibi
Güneşli yarınlarının yüzüne
koşanlara selam olsun
Biz ki yolcuyduk sarışın
Eylüllerde sonbaharların 
Doğmak üzere yeni dünyada
ölenlere selam olsun
Ayrılık hamuruyla değil yoğrulan
Yüreğinin prangalarıyla bağlı kalan
çok ötelerde yoldaş senin
sesini duyanlara selam olsun
Zülfikar Giriş

25 Şubat 2016 Perşembe

Postacı




















Bahar olur güller açar
Yaz olur ekinler naçar
Of nazlı yarim aklıma gelir
Söyle mektubum var mı postacı

Böyle hasretlik bitmiyor
Gurbetlik bana mekan oluyor
Sevdiğim mektup yazmayı sevmiyor
Bu gurbetlik biter mi postacı

Günler geçer aylar geçer yıl olur
Bu hasret bir gün beni öldürür
Saçlarıma belki aklar düşürür
Sevdiğim beni tanır mı postacı

Her geçen gün yarını
Ağlatır her an Zülfikar'ı
Belli değil bu günü yarını
Ben murada eremedim postacı

Hasret 1997

Zülfikar Giriş

23 Şubat 2016 Salı

Aşk


Serzeniş





Artık korkutmuyor beni
Çocukluğumdan kalma gök gürültüsünden
Bu yağmur emen taş duvarları kötülere terk ederek
Çamuru cıvık kerpiç gibi duran taş suratlardan
ve de iki yüzlülüğünden arınmış yüzleri bırakarak

Kuzeyli muhacır rüzgârların heybeme bıraktığı muskalar
kapısı kilitli bencil yüreklerde hapsoldu,
Siz zamanda şususun akrabaları;
Ağrıyan sol yanımın kızıl rengine aldırmadım
Bir tutam defne yakasına iliştirerek alaca karanlığın
Ayrılıyorum bu şehirden

Yağmura tutuldum sağanakla halvete girerek
süngüsüyle delik deşik edilmiş düşlerimin
saçları dökülüyor aynalara küfrederek

Artık korkutmuyor beni
Çocukluğumdan kalma gök gürültüsünden
Bu yağmur emen taş duvarları kötülere terk ederek
Hıçkırıklara bağdaş kurmuş inanın bu kent
sağılacak veda yağmuruyla terk ediyorum
Takvimsiz geleceğimizin çehresini

Zülfikar Giriş

Çiçekçi Huriye




Biz ki şiirler gibi yaşadık
Bir şiirin mısrasında iki aşıktık
Bir acemi okuyucu bile anlardı,
Sırasız imgelerin arasından bizi
Şimdi şarkıların ritminde bulurum sesini

Başını okşasam dağılırdı bilirsin hüzünlerim
Ben o hep, şimdi kinim ve sonra kinim
Muamma havada, gül ve çiçek kokun
Ah Çingene’m, çiçek ve güllerin satıcısı
Kalbimin acısı ve kederinin kraliçe’si

Masamın üzerinde yığınla şairlerin kitapları
Hesapladım gecenin en uzak yıldızlarını
Bu tek kanadımla sardım ben bütün yaralarımı
Dolunay döner durur'da sarılacak şimdi geceye
Kalbimin acısı ve kederimin Çingene’si

Sağır ve dilsiz gibi, sığınak bildim gözlerini,
Çok geç mi kaldım yurtsuzluğum gibi
Madem ki bu kalbim daha senin için çarpıyor
Gördüğüm bu düşlerden uyanmak zor geliyor
Huriye miydi adın cennet mi, bana cehennemin kaldı

Şu maziden izini süpürmeyen sen rüzgâr,
Al beni benden uzak, bilmediğim yere götür
Bahar bahçeleri seyre dalayım, huşu'da ellerini ararken
Baldırı kara ve ayakları çamurlu bana kaldı yalnız adın
Artık kalbimde yığınla ihtiyar loş gölgeler kaldı

Zülfikar Giriş








17 Şubat 2016 Çarşamba

Mülteci Çocuk



Ben: mülteci çocuğum
Zalimin zulmünden kaçtım
Ümidi ümitsizliğiyle betimledim
koca mayın tarlalarından geçerken’’
Kızgınım insanlığa çünkü…
Savaşın en büyük mağduruyum ben.

Ben mülteci çocuğum
Elbette var mülteci isteklerim!
kaybettiklerim geri gelsin’’
Saçlarımı okşayan babam,
Kucağında uyutan annem;
Ellerimden tutan kardeşim gelsin.

Ben mülteci çocuğum
Şu dünyada yapayalnızım;
Oluk, oluk, akan kan,
kan nehirlerine akarken göz yaşım
Ey; siz insanlıktan dem vuranlar!
Biliyorum ki sizsiniz’’
-ki benim en büyük düşmanım.

Zülfikar Giriş


Bize Yakışmaz



Susmadım ne çektiysem sivri dilimden ''
dilsiz şeytan olmak bize yakışmaz

Gördüm gerçeği bilerek, görmezden gelmedim''
başını kuma saklamak bize yakışmaz

Duydum gerçeği en yakın ağızdan''
kulaklara pamuk tıkamak bize yakışmaz

Durdum rüzgâra karşı saçlarımı taradım''
ineklerden medet ummak bize yakışmaz

Gülü dalından koparmadım sevdim''
gülü seven dikenine katlanır demek bize yakışmaz

Elimde flamam ön saftaydım''
arkasına bakmadan kaçmak bize yakışmaz

Tanrılara küfrettim cennetten kovuldum''
ki şeytan olmak bize yakışmaz

iki kere ikinin dört demedim amma''
doğru bildiğimizden caymak bize yakışmaz

Baharı düşledim koparmadım ümit gelinciğini''
Eylül sonbaharında savrulmak bize yakışmaz

Gece yolcusuyum sonra güz fırtına yağmur''
Güpegündüz kör olmak bize yakışmaz


Aynı Olan Hep Aynıdır





Bir ben kaldım galiba;
Eski düşünceli
Hani derler ya eski kafalı:
Benim kafa biraz o kafadan!
Gözlerim hep o acıyı görür
ve hep aynısından kederi;
Hep eski yeniymiş gibi,
Gösterenlere inat

Eski kafalı biriyim ben;
Biraz Nazım hikmet'ten;
Biraz Özdemir Asaf’tan;
Ve de Can Yücel olurum bazen;

Eskiyi pişirip önümüze getirenleri gördüm;
Çünkü keder aynı,
Acı aynı
Yağmacılar, talancılar aynı
Sadece rolleri değişti;
Figüranlar hep aynı


Eski kafalı biriyim ben;
Eski  kafalı şairler gibi
Veysel gibi 
düşünürüm,
Sevgiyi ve güzelliği
Nazımca düşünürüm,
Hakça adaleti
Bölüşsün isterim:
Adalet isterim:
Adaleti Adaletsizler den değil;
Adaleti savunanlardan isterim


Hesap sorarım: 
Hesabını sorarım onlardan;
Çünkü rengi aynıdır
Acının ve gözlerdeki kederin
Her umut başka olsa da,
Yoksulluk hep aynıdır
Katil aynı katil,
Mevta aynı mevta;
Yağmacılar talancılar aynı:
Ağlayan gözler aynı:
Dini imanı siyaseti yok yani;
Aynı olan hep aynıdır


Zülfikar Giriş



Yalnız İnsan

koca dünya benim sırtımda
neylersin, düşmüşüm kurtlar sofrasına
Ne kadar da çok malım mülküm param
Kuş tüyünden yastığım
Taştandır yatağım
Ah nerde o çocuk gülüşlerim
Etrafımda dost sandıklarım
Yalnızım ben yalnız, yalnız insan

Köküm bin yıllık meşe ağacı
Dallarım bal kovanı
Fırtınalarla bitmez kavgası
Saçım, başım, uykusuz halim
Dalında salınan yaprağım
Kıyısında yalnız,
Yalnızım ben yalnız, yalnız insan

Teli yanmış, ampulüm
Kararmış, büsbütün
Değişmeye kalmamış mecalim
Dışarıda simitçi bağırıyor, taze simit
Kanat çırpıyor korkan serçeler
Az ilerde yiyecek arıyor, çifte kumrular
Yalnızım ben yalnız, yalnız insan

Denizde yosun kokusu
Çığlık atan martıların, açlık korkusu
Av olma ihtimali, balık ızgarası
Öfkesi dinmiş hırçın dalgası
Yana yıkılmış, yüzen kayık gibi
Yalnızım ben yalnız, yalnız insan

Gök kuşağı renginde düşlerim
Ah nerde o şatafatlı günlerim
Yarım kaldı, masada daktiloda şiirim
Düşlerim tüy misali, rüzgârın telaşında
Saçları kırpılmış, sevinçlerim sanki birazda
Bildiğim bütün sayılara, çaptım böldüm kalbimi
Yalnızım ben yalnız, yalnız insan

Zülfikar Giriş

16 Şubat 2016 Salı

Çok Öldüm


Rüzgâra İnat


Zulümden Utanan Güneş


Her şeye Benziyor Kahrolası Ayrılığın



Narin ellerin belinde..
Ateşten ki dudağında karanfil
Ölüm son nefesini verirdi kollarında
Yırtarak elbiseni kuytularda mendireğin
Bir sevgi potasıydı gözlerin
Kör bir dilenci gibi giyerdik biz geceyi
uyanırdık her defasında, gecenin bir ucunda
Büyürdü gözlerin, bir deniz martısı çığlığında
Usul dan koşardım, sahile vuran dalga gibi kıyılarına
Ve herkes taş toprak, heykel uyurdu o zamanda
sis ve dumanda boğulmuş gibi, taş duvarlarda
Uzanmıştı ellerim tuval boyayan ressam gibi,
bedenini arardı usul dan
Ah şimdi şu sol yanım yangın yeri
Dönüp baksam,,
küf kokulu anılar sarar her yeri
Ömrümün her evresinde, sıcaklığını duydum ben senin
Sabrın büklümleri ne bıraktım kendimi
Patikaları, düş ve gerçek arasında gidemedik
Anlımızda kara mı kara, bir leke gibi
Şimdi her şeye benziyor kahrolası ayrılığın
Durup bakılacak bir anım var ama benim
Neye yarar ki, dokunmadan dönüp gitmeler
işte hüzün,,
biraz ban sın harelensin yüreğin 
Gerçekten romantik biriydim
hani hep sonra, dizlerine koyup başımı
Terk edilmekten korkardım nedense
Sonra, sessizce ağlardım
Şimdi sahil kumlarına çizdiğim dudakların
Yumuşak,ıslak bir dil gibi, siler deniz
Şimdi, her şeye benziyor kahrolası ayrılığın
ne sana benzer ne sensizliğine
  
Zülfikar Giriş






O Biz Biz Değiliz Artık:





















Ey; İstanbul yakmalı sokaklarını 
Ayrılığı taşıyan ağıtlı, vapurlar kenti 
Bütün kalabalığı öksürüklü yollarda 
Utanır güneş kendinden yüksek binalardan 
Kayıp birer mektubuz sokaklarında... 
Birer toz parçasıyız denizlerinin köpüklerinde kaybolan 
Oysa Dersimde şimdi boynu bükük kaldı bademlerin 
Gidilmeye bekleyen uzak tepelerinde 


Sesimiz kaldırım taşlarından çok bu yerde ama
Yerlerde sürüklenen yaprak hışırtısıyız 
Bir boyacı çocuğun boğazına düğümlenen 
Yarım umut ekmek parası için belki de
Acıklı bir hikayenin kahramanları olarak kaldık 
Samandan yapılmış bir hikaye kitabına yazıldık 
Ve unutulduk.. 


O biz, biz, değiliz artık: 
Yüzleri benzemez yüzlerimize çocuklarımızın 
Soğuk ay ışığında yüzlerimiz ayrık 
paylaşmıyor kimse güneşin sıcaklığını:


O biz, biz, değiliz artık: 
Yitirilen bir şehir İstanbul 
kanatsız uçuyor kuşları 
Yapraklara uzansam, dökülür gökyüzü 
Hangi mevsimini anlatsam yitik 
Ve ömrü yetmez sabaha yıldızların 
Hüzünlü rüzgârlar yüzün hangi yönde 
Gece çığlıklarla büyür avuçlarımızda
 
Zülfikar Giriş

Karanlığın Efendisi


Özgecan


Gün Işığı


Buğday Salı Kız

Çok Öldüm




Yaralı ellerimi uzatsam rüzgârlı saçlarına
Dökülen küllerimde közdüm
Kaç kez yara aldım ömrümden
Çok öldüm 
Çok öldüm



Yanılgı










Seni hayatımdan sildim sanıyordum
oysa ne kadarda yanılmışım
Şimdi zaman geçtikçe daha iyi anlıyorum

Zülfikar Giriş


Çocuk kal

Yum gözlerini çocuk, yum da çocuk kal:
Şimdi ben ölümünün inkârındayım
İnkârındayım göz bebeklerimin;
Sana nabzımdan, şah damarımdan sana;
Delikanlı yürekleri anlatacağım dur uyuma


Şimdi ben ölümünün inkârındayım:
Bu kara toprak ki derinliğin senin;
Kana susamışta kapanmaz çatlakları
Doymaz da doymaz körpe canlara
Torağın koynunda ağıt yakan anayım
Ağlayın beni…

Şimdi ben ölümünün inkârındayım
feleğin çarkına dolandı da,dolandı parmaklarım,
Parmaklarımın arasına sızan güneşe aldanırım da
Çokça rüzgârlarda savrulur saçlarım
Başıma böyle kuşların üşüştüğü an
Nehir miyim de böyle oluk, oluk, çağlayan
Soluk benizim şu ela gözlerimden uyku diler
Şimdi ben ölümünün inkârındayım


Zülfikar GİRİŞ

İçimdeki Çocuk


Bir insanın yaptıkları vardır
Bir şarkının ritmini duyup
Belki de bir sınırı vardır

Durup durakladığı yer
Benim yaptıklarım sınırsızdı
Yada yapamadıklarım
Kendimi içkiye vermiştim
Şarkılarda seni bulurken ağlardım
Ben beni kaç kere yıktım kendim içimde
Sen beni kaç kere vurdun içimde hatırlıyor musun
hey gülüşünü sevdiğim gülüşüne öldüğüm
Buğulanıp, buğulanıp, durmasaydım
Belki kendimi yeniden onarırdım
Balıkçıl olurdum sabırla beklerdim seni
Kapıda asılı balıkçı feneri gibi dururdum
Her şey değişmişti çoktan binalar ve yollar
Yeni mobilyalar alınıyordu yeni arabalar
Herkesin konuşması değişmişti sözcükleri bile
O mis kokulu yeşil sabun kullananlar yerine 
Herkes sanki parfümeri dükkanı açmıştı 
Cümle alem büyüdü büyüdükçe pazulandı
Bir ben büyüyemedim, 
bir ben içimde bir ben çocuk kaldım


Zülfikar Giriş

3 Şubat 2016 Çarşamba

Bir İşçinin Düşleri




Hani nerede benim gençliğim
Yoldan geçen bir yolcuya verdim belki
Belki gurbet ellerde kaldı
Daha burmadan bıyığımı
Giderim buralar çok uzağa
Çiçekli bir dal verip sevdiğime,
Kendi yetiştirdiğim ağacımdan

Bedenimden ağır bir yükün altına giriyorum
Ve bunu bilerek yapıyorum
Kafeste beslediğim kuşumu özgür bırakarak
Yola revan oluyorum..
Sonsuz mavi gök yüzüne son kez bakar gibi
Oysa o kadar büyük şeyler, beklemiyordum hayattan
sadece dudağımda bahar ezgisiydi mırıldanışım

Belki çelik bilekli bir işçinin düşleriydi benim
Örsle çekiç arasında ezilse de her defasında umutlarım
yinede güneş doğuyordu sevdiğim sana her baktığımda
Güneşin sarı sıcak başakları görmesi gibi

Neredeyim ben şimdi..
tedirgin bir kısrak gibi,
deli dolu sağa sola kaçışarak,
zifiri karanlıkta gözleri kör eden,
yapay ışıklar altında.

Kim bilir daha kaç kere daha yeşilleneceğim
hani çocukluğumuzda elimize kına yaktığımız
üzeri kızıl kına sanıp ta bıraktığımız,
kara yosunlu kayalar gibi
daha kaç mevsim bekleyeceğim
daha kaç kızın ellerine kızıl kına olacağım

Biliyor musun;
oldum olası yeşile hiç haz etmedim
tabi doğa gül karanfil ve papatya yeşili hariç
yani acı yeşille alışamadım ben...
Ben hep gök yüzüne bakındım
Gri bulutlar varken bile hep maviyi aradım
Ama şimdi burada mavi diye denize dalıyorum
tıpkı o mavi gözlerine dalar gibi


Zülfikar Giriş